SİZE KENDİMDEN BAHSEDEYİM PART 1

 Merhaba ben Canan Alsancak noktalama işaretlerine takılmadan direk dümdüz yazacağım aynı şu anda kitap yazmaya karar verdiğim ve anlatmak istediğim şeyleri dümdüz katıksız anlatacağım gibi.

18 yaşından beri edebiyat okumak isteyen edebiyat ve sanat aşığı bir kadınım. Bana zengin olunca ne yapmak istiyorsun diye sorduklarında Pegasus'u ( yayınevi olan Pegasus) satın almak istiyorum derdim. İnsanlar genelde dalga geçer tarzda şakalar yaparlarlardı bu cevabıma. Meslek olarak her zaman edebiyatın bir dalında olmak istedim. Yazar olamazsam editör editör olamazsam yayınevinde çalışan herhangi bir işi yapan çalışan. Defalarca İstanbuldaki yayınevlerine gidip kapılarında yatıp beni işe alsınlar diye yalvarmayı bile düşündüm ama bilin bakalım kimin bunu yapacak parası yok?

Fakir bir ailede büyüdüğümü söylememe gerek yoktur diye umuyorum çünkü hayat hikayemde anlatmak istediğim maddi durumum değil kişisel fikirlerim ve hayata bakış açım. Bu arada şimdi düşününce hiçbir yayınevinin kapısında yatmadığıma çok seviniyorum çünkü zaten edebiyatla ilgilenmek isteyen hiç kimse kendini öyle düşürmemeli diye düşünüyorum. Edebiyat benim için tıp kadar asil ve değerli bir meslek. Tıp mesleğinin insanlığının hayatını ve psikolojisini kurtardığını edebiyatında insanlığın ruhunu kurtardığını düşünüyorum. Hadi ama bunu inkar edebilir misiniz? Kaçacağınız bu kadar çok dünya olmasa siz gençler ne kadarınız savaşmaya devam edebilirdiniz? Her neyse ilerleyen bölümlerde buna daha uzun devam edeceğim şimdilik konumuza dönelim...

Şu an 29 yaşında edebiyat okumayı becerememiş ( bu arada gerçekten bir çok yol denedim ama olmadı bana açıktan okusaydın diyen olursa ona Osmanlıcayı sen bir öğrensene demekle yetiniyorum şimdilik) içinden hala bu isteği ve mesleği atamamış bir insanım. Kendime 30 yaşında ilk kitabımı yazmış olacağıma dair bir söz vermiştim ve bunun asla gerçekleşmeyen uygun koşulları beklemekle olmayacağını farkettim. Her gün bir sayfa yazsanız yılın sonunda zaten 365 sayfalık bir kitabınız olur. Bilin bakalım kim denemeye karar verdi hem de bir yıldan az süresi kalmışken :) Eylül ayı hüzünlendirdiği gibi huzur ve duygu verir bana. Sanki esen rüzgar bir şeyler anlatmak istiyor gibi hissederim. Tabikide bunun sebebi bitmek bilmeyen duygusallığım ve hayalperestliğimde olabilir. Sonuç olarak temmuz ayında kitabı bitmiş ve göstermek istediği bir yayınevine yazdıklarını yollamış biri olmak istiyorum kesinlikle de daha fazla beklemeyeceğim. Düşünme ve harekete geç diyor muhteşem hayal gücümden bahsetmeden önce ( ikinci kitabımı fantastik üzerine bir kurgu olarak planlıyorum ne kadar da hızlı havaya girdim değil mi) size kendimden bahsetmek istiyorum. Hadi başlayalım.

Yıllar küçüklüğümden bu yana çok zor geçti bir yerlerde okuduğuma eminim Mutsuz çocuklar büyümez yazıyordu. Benimde içimde büyümeyen ve şımartılmayı bekleyen bir çocuk kaldı. Aidiyet hissinin ne demek olduğunu bilmek bir yana hissettiğim boşluğun bulunduğum yere ait olmadığımı hissetmekten kaynaklandığını anlamam için lise yıllarımın gelmiş olması gerekti. İçimde asla tanımlayamadığım bir şeyler vardı. Huzursuz ve sürekli anormal hissediyordum. Muhteşem egom ve bencilliğim sayesinde ( ben bunları hayatta kalmak için kullanıyorum başkalarına zarar vermek için değil) özgüveni yüksek bir insanım ve dışardan bakanlara içimde bir gariplik olduğunu hissettirmiyorum. Lisede koskoca kalabalık sınıfta bir arkadaş edinmemle bu durumun daha da garip bir hal aldığını söylemeliyim. Sınıftakiler ile maddi ve manevi uçurumumuz tanımlayamayacağım kadar çokken sayısal bilgimin olmaması durumu hiçte kolaylaştırmadı açıkçası. Okul değiştirince durum bir arkadaştan iki üç arkadaş çıksada boşluk hissi azalmadı sadece bazen üzeri örtüldü. Hiçbir zaman ortama çağırılan olmazsa olmaz arkadaş olmadım ve bu yalnızlık duygumda bana pek yardımcı olmadı. Lise bittikten sonra eğitim sisteminin ne kadar saçma ve açıkları olduğunu üniversite sınavı için yarış atı gibi koşturulmaktansa herkesin zeka seviyesine ve ilgi alanına göre neden okuyamadığını çok düşündüm.  Topluma yararlı bireyler olmamızsa amaç neden sınava girmek için para ödemek zorundayız? Çok derinlere inecek kadar tarih bilgim yok ancak köleleştirme sistemi bizim eğitim alanlarımıza da sıçramış ve parayla ilişkilendirilmiş. Şu an özel okullar haricinde eğitim görebileceğiniz pek normal okul kalmadı ve artık örgün eğitim almayacak biri olarak söylüyorum ki böyle geldiyse de nereye kadar gidecek? Gerçekten okumaktan ve öğrenmekten keyif alan gençler bu duruma bir dur demeyi düşünmüyor mu? Çok zengin olan insanlara sesleniyorum herkesin zeka seviyesine ve ilgi alanlarına uygun okullar yaptırmayacak mısınız? Tabikide ücretsiz olarak. Sosyal yada becerikli olan herkesin okuyacak parası olmayabiliyor malesef. Güzel sanatlar okuluna eminim ki daha çok insan gidebilmek isterdi ancak çalmak istediği şeyi öğrenecek maddi güçleri olmadığından hep çalanlara gıptayla bakmakla yetiniyorlar. Bunlardan biri de benim. Piyano çalan birisi gördüğümde kendimi hep onu yerinde hayal eder ve parmaklarımı notaların üzerindeymiş gibi hissederdim. Bu kadar basit isteklerin bu kadar ulaşılamaz olması size gerçekten normal geliyor mu? Her insan birbirinden farklıyken zekalarımızı yarıştırmak ne derece mantıklı? Hepimiz biliyoruz ki bir çok meslek uygulamada öğreniliyor teoride yani okulda öğrendiğiniz bir çok şey işe yaramıyor. Neden daha sonra unutup kullanmayacağım şeyler için başkasıyla yarışacağıma illa bir şeyleri göstermem gerekecekse neden becerilerimi yarıştırmıyorum? Neden bunu yapamıyoruz arkadaşlar beyler bayanlar ? Ergenlikte hormonlarımız tavan yapmışken asıl o zaman insanlığı öğreneceğimize nezaketten kırılacağımıza neden yarış atı gibi koşmayı bize uygun gördüler? Hormonlarımızın baskısı yetmiyormuş gibi bir çoğumuz kendimizi anormal eksik yalnız ve yapamadığı dersler için gerizekalı hissetti. Hadi ama bundan çok daha fazlasıyız. Zekamı yapamadığım sayısal dersleriyle öğrenemediğim coğrafya ve ezberleyemediğim tarih dersleriyle ölçemezsiniz. Bunları yapamasam da ben yararlı bir birey olabilirim ve siz EĞİTİMCİLERİN  asıl görevi bu olmalıydı. Ebebeynler yapamasa da adı üzerinde Öğretmen olan yani öğretecek olan kişinin topluma yararlı bir birey olmayı öğretmesi ve yönlendirmesi koşulsuz ve karşılıksız bunu yapabilmesi gerekiyordu. 4 yıl boyunca sayısal sınıfında burda ne işim var diyerek okudum ve ben harika konuşma yeteneğimle ve kitap okumaya bitmeyen açlığımla gerizekalı olmadığımı bilecek kadar kendimi seviyordum. Okumak istediğim bölümü devlet üniversitesinde kazanacak kadar bilgi birikimim yoktu ve edebiyatı özel üniversite de okuyacak kadar paramda yoktu ne kadar şaşırtıcı değil mi? Böyle kaç tane öğrencinin hayatı bitiyor? Hiç yaşayamadığım ama arkadaşlarımın anlatmalara doyamadığı üniversite maceralarına mı üzülmeliyim yoksa en azından edebiyat öğretmeni olmamı sağlayacak kadar eğitim alamadığım için kendimi asla yapmak istemediğim işlerde bulduğumdan depresyona mı girmeliyim? ha bir de vasıfsız oluyorsunuz arkadaşlar orda burda kendinizi kullandırırken ( ki iş hayatının boktanlığını başka bir bölümde anlatacağım) size bir baltaya sap olamamış gözüyle bakıyorlar. NE KADAR DA SAÇMA! Bu cümleyi defalarca kez okuyacağınıza emin olabilirsiniz çünkü şu an çok saçma bir düzende yararlı bir birey olmanın ne demek olduğunu bile bilmeyen insanların itiraz etmediği koşullarda yaşıyoruz. Gençler kusura bakmayın ama hiçkimse de bir durun ne oluyor ben yarış atı değilim demiyor. Demiş olanlarınız vardır diye umarak onları kucaklıyorum ve demeyenleri de uyanmaya davet ediyorum. Birileri gelipte her şeyi değiştirmeyecek gençler bunları yapacak olan sizlersiniz ve gerçekten de gelecek sizin ellerinizde. Umarım karşı koyacak kadar kendinizi güçlü hissetmesiniz de aldığınız eğitimin normal olmadığını sevdiklerinizle paylaşır ve bir farklılık yaratılmasına yardımcı olursunuz. 

Evet gelelim içimizdeki boşluk duygusunun ve ait olamama hissinin kariyer alanında da büyümeye devam etmesine. Bunu bir sonraki yayında anlatacağım şimdi bir kahve molası...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mutluluk Zamanı

Başımız Sağ Olsun

25. Yaşımdan Sevgilerle